22 Eylül 2010 Çarşamba

Türeyiş Destanı


GENEL BİLGİ
TARİHİ KAYNAKLAR
METNİN ANLATILMASI
TARİHİ VE COĞRAFİ DURUMU HAKKINDA
CÜVEYNİ’YE GÖRE UYGURLARIN TÜREYİŞ EFSANESİ
ÇİN KAYNAKLARINA GÖRE TÜREYİŞ EFSANESİ
UYGUR ATALARININ KURTTAN TÜREYİŞLERİ
KAHRAMANLAR
MOTİFLER
DEĞERLENDİRME
KAYNAKLAR


GENEL BİLGİ
Bir Uygur destanıdır. Büyük Türk İmparatorluğunu Göktürklerden devralan Uygur Türkleri, Türeyiş Destanı ile soylarının vücud buluşunu anlatırken, aynı zamanda da bütün Türk boylarında hakim bir inanış olarak beliren soyun ilahî bir kaynağa bağlanması fikrini bir kere daha belirtmiş olmaktadır.
Türeyiş destanı aslında büyük bir destanın başlangıç kısmına benzemektedir. Büyük bir ihtimalle Göktürk-Bozkurt destanı gibi Uygur-Türeyiş destanı da, ilk büyük Türk destanı olan Yaradılış destanının etkisi altında gelişip, meydana getirilmiş, daha dar muhitin veya daha tecrid edilmiş, kavimleşmiş bir soyun küçük çapta bir yaradılış destanıdır. Nitekim, yine bir Uygur destanı olan Göç destanı, Türeyiş destanının tabii bir devamı intibaını vermektedir.
Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in Türeyiş destanı ile ilgili incelemesinde bu efsane bir yaratılış destanı olarak kabul edilmiştir. Çünkü ağaçtan doğan bu beş çocuktan önce de Uygur halkı çoktan yaratılmış ve hayatta idiler. Uygurlar Göktürk devletinin M.S. 630’da yıkılmasından sonra Budizm ile temasa gelmişler ve bu dini benimsemeye doğru gitmişlerdi. M.S. 763’te üçüncü Uygur kağanı Bögü Kağan, Mani dinini Uygur devletinin resmî dini kabul etti. Efsanenin bir kahramanı olan Bögü Kağan, Mani dinini kabul eden ve yayan bir kağandır. Efsânenin gerek konu, gerekse dayandığı inançlar bakımından Mani dininin prensipleriyle kurulmuş olması gerekirdi. Fakat, bu efsanede eski Türk inanç ve efsaneleri ağır basmış ve efsanenin ana motifleri, eski Ortaasya Şamanizminin unsurları ile donatılmıştır. Bu sebeple eski Türk inançları Maniheizm ile Budizm’i adeta efsanenin dışına itmişlerdir.
Çin ve İran kaynakları bu efsaneden çokça söz etmişlerdir.
TARİHİ KAYNAKLAR
Uygurların kökeni ile ilgili efsane hakkında en önemli kaynaklardan birisi, şüphesiz ki İran tarihçisi Melik Atâ Cüveynî tarafından yazılmış olan eserdir. (Cüveynî, Tarih-i Cihan-Gûşa, Gibb Memorial Series, Leiden, 1912, I, s.39 v.d.)
İkinci önemli kaynak da son Uygur hükümdarlarından Temür Buka adına dikilmiş olan mezar taşı yazıtıdır. Bu yazıtın metni sonradan özet olarak Çin tarihlerine geçmiş ve bazı Avrupalı yazarlar da ikinci elden kaynaklardan bu bilgileri özet olarak aktarmışlardır. (J. Marquart, Guvanî’s Bericht über die Bekegrung der Uiguren, SBAW, 1912, s.486-502.)
Uygurların türeyişi ile ilgili kaynaklara üçüncü olarak bir Çince kaynak eklenebilir. Batı ilim aleminin habersiz olduğu bu kaynak da bir mezar yazıtıdır.
Temür Buka’nın yazıtının Uygurların menşei ile ilgili girişi, daha önceleri de başka münasebetlerle bazı yazıtlarda yazılmış bulunuyordu. Çünkü Cüveynî kitabına aldığı efsaneyi yine Uygurların başkentindeki bir yazıttan okumuş veya okutmuştu. Temür Buka’nın yazıtı Orhun ırmağı kenarlarından göçmelerinden hemen hemen 500 sene yâni M.S. 1314’ten sonra, Turfan’da yazılmıştı. Öyle anlaşılıyor ki Cüveynî zamanında Orhun kıyılarındaki eski Uygur başkentinde yâni Ordu-Balıg şehrinde kaybolmamış bu gibi yazıtlar bulunuyordu. Temür Buka’nın yazıtını yazanlar da elbette ki bu gibi yazıtlardan istifâde etmişlerdir. Cüveynî’nin Orhun kıyılarındaki daha orijinal ve daha eski yazıtı görmüş olması çok muhtemeldir.
METNİN ANLATILMASI
“Alp Er Tunga” menkıbesinin âdeta bir nevî devamı olmak üzere “Uygur” dairesini gösterebiliriz. Çin kaynaklarından nakledilen menkıbe Uygur hükümdarlarının menkıbevî menşeini gösteren bir menkıbedir. Herhalde bu menkıbenin “Tungatekin” menkıbesi gibi başlıca şehirli Türkler arasında geliştiği ve medenî bir gelişme kazanan “Doğu Türkistan” Uygur merkezlerinde-Maniehistler tarafından – birbirinden farklı rivayetler halinde tespit edilerek sonraları bir taraftan Çin vâkâyinâmelerine diğer taraftan H.8. yüzyıla kadar İslâm kaynaklarına – birbirinden pek az farkla – nakledildiği anlaşılıyor.
Tarihçi Alâüddin Atâ Melik Cüveynî, H.658’de yazmış olduğu Tarih-i Cihan-gûşa adlı eserinde yine Uygur kaynaklarına dayanarak bu menkıbeyi nakleder. Moğollar arasında, İslâmiyet tesiri daha göze çarpmadığı zamanlarda yazılmış olduğu için “Cüveynî” bu menkıbeyi İslâm zihniyetine göre değiştirmek mecburiyetini hissetmiştir. Buna göre “Cüveynî”den aldığımız şekilde Çin kaynaklarındaki şekil arasında pek az bir fark vardır.
Destan nesir halindeki bir metinden oluşmakla beraber, yer yer dörtlüklerden oluşan ağıt ve türküleri de ihtiva etmektedir.
TARİHİ VE COĞRAFİ DURUMU HAKKINDA
Uygurlar 300 senelik bir süre içinde, Göktürklerin hakimiyeti altında kaldıktan sonra M.S. 744’te büyük bir imparatorluk kurmayı başarmışlardır. “Hsieh” ailesi Uygurlardandır. Onların ataları Göktürk kağanlarının meşhur veziri Tonyukuk idi. Tonyukuk aslen bir Çinli idi. Çinlilerin Sui sülalesinin Çinde egemen olduğu bir çağda (M.S. 581-618) Çin ülkelerinde büyük karışıklıklar olmuş ve Göktürkler de Çin içlerine doğru girmişlerdi.
Tonyukuk, Göktürk ülkelerini idare etmek için bir çok planlar yapmıştı. Bilge Kağan ölünce memleketinde bir çok karışıklıklar çıktı. Bilge Kağan’ın hatunu halkı ile birlikte Çin’e geldi ve Çin imparatorluğuna tabî oldu. Göktürklerin bırakıp geldikleri topraklar da bu yolla Uygurların eline geçti. Uygurlar buralara yerleştiler türeyip, çoğaldılar.
Efsane aynı zamanda Uygurların meşhur hükümdarı Bögü Han’ın akınları, milleti için yaptıkları ve onun hükümdarlık dönemini de anlatmaktadır.
Uygur türeyiş efsanesinde dış tesirler ne kadar güçlü olursa olsun, yine de eski Türk özelliğini muhafaza edebilmiştir. Türeyiş destanı, İslâmiyet öncesi bir Türk destanıdır. İslâmiyetin kabulünden önceki Türk devletlerinden olan Uygurların, türeyip çoğalmaları anlatılmaktadır.
Coğrafî Durum: Dağlardan çıkan Tamır ırmağı ile Orkun ırmakları büyük bir kıvrım yaparak kuzeydoğuda birleşirdi. Bu iki ırmağın arası eski Ortaasya İmparatorluklarına başkentlik yaptığı gibi ilk Uygurlara da yurtluk etmişti. Orhun nehri kaynağını Kara-Karum denilen dağdan alırdı. Orhun ırmağının kıvrımına kavuşan bir suyun kenarında Uygurların başkenti Ordu-Balıg şehri vardı. Yine buraya yakın bir başka çayın üzerinde Moğol İmparatorluğunun başkenti Kara-Karum şehri kurulmuştu. Uygurların kuzey sınırları Orhun ve Tola nehrinin birleştikleri yerlere kadar uzanıyordu. Cüveynî’nin eserinde Bijen Pehlivan ile Magu-Balıg da geçmektedir.
Tola ve Selenge ırmakları da önemlidir. Orhun ve Tamır nehirlerinin ortasındaki ovanın kuzey doğusundan Selenga ırmağı başlıyordu. Çince kaynaklarda da çok açıkça görülüyor ki, Uygurlar Ötüken’e çok yakın bölgelerde yaşamışlar ve türemişlerdi.
Uygurların çok kuzeyde, ta Baykal gölünün güneyinde ortaya çıktıkları da ileri sürülmüştür…
CÜVEYNİ’YE GÖRE UYGURLARIN TÜREYİŞ EFSANESİ
“Kara-Korum çaylarından sayılaCüveyni’ye Göre Uygurların Türeyiş Efsanesin iki nehir vardı. Bunlardan birine Toğla ve diğerine de Selenge adı verilirdi. Bunlar Kamlancu adlı yerde birleşirlerdi. İki ırmağın arasında kışın bile yaprağını dökmeyen, meyvesinin tadı ve şekli çam fıstığınınkine benzeyen iki ağaç yetişmişti. Bir gün bu ağaçların arasına gökten bir ışık indi. Bunun üzerine yandaki dağlar yavaş yavaş büyümeye başladılar. Bu durumu gören Uygur halkı ağaçlara doğru şaşkınlık ve saygı ile yaklaştı. Kulaklarına çok tatlı ve güzel nağmeler geliyordu. Her gece buraya bir ışık inmeye ve ışığın etrafında da otuz defa şimşek çakmaya başladı. Başka bir gün ayrı ayrı konulmuş çadırların her birinin içinde birer erkek çocuk gördüler,onları alıp beslediler. Çocuklar süt çocuğu olmaktan kurtulup konuşmaya başlayınca anne ve babalarını sordular. Onlara ağaçlar gösterildi. Ağaçlara anne ve babaya gösterilen saygıyı gösterdiler. Ağaçlar dile gelip onlara, ömürlerinin uzun, ad ve şöhretlerinin devamlı olmasını diledi. O bölgede yaşayan bütün kavimler, çocuklara hükümdar oğluymuş gibi saygı gösterdiler, her birine bir ad koydular: Sonkur Tegin, Kotur Tegin, Tükel Tegin, Or Tegin, Bökü Tegin. Çocukların doğuşundaki kutsallık halkı düşünmeye itti. Tanrı tarafından gönderildiklerini düşündükleri bu çocuklardan birinin hükümdar olarak seçilmesi kararına vardılar. Bögü Tekin, bütün milletlerin dilini ve yazılarını biliyordu. Herkes onun Han olarak seçilmesi konusunda birleşti. Şenliklerle hanlık tahtına oturtulan Bögü Han, memleketi adaletle yönetti, zulüm bitti, maiyeti, askerleri ve atları çoğaldı…
ÇİN KAYNAKLARINA GÖRE TÜREYİŞ EFSANESİ
“Uyguristan”da Hulin adlı bir dağ vardı ki, ondan, Tuğla ve Selenga adlı bir nehir çıkardı. Bir gece oradaki bir ağacın üstüne gökten mucizevî bir ışık indi. İki nehir arasında yaşayan halk, bunu dikkatle takip etti. Ağacın gövdesinde gebe kadına benzeyen bir şişkinlik belirdi. O ışık dokuz ay on gün, o şişkinliğin üzerinde durdu. Bu müddetin bitişinde, o şişkinlik yarıldı, içinden beş çocuk çıktı. O memleket ahalisi onları alıp büyüttüler. Bunların en küçüğünün adı Buğuhan idi. Çalışma yaşına girer girmez herkesi hükmü altına alarak hükümran oldu. Otuz batıdan fazla bir zaman geçtikten sonra “Yulun Tegin” hükümran oldu. Çinlilerle bir çok harplerde bulundu. Nihayet bu hale bir son vermek için oğlu Gali Tegin, Çin hükümdar ailesine mensup “Kiu Lien” adlı bir kızı almaya karar verdi. Bu prenses sarayını “Hulin pili poli” yani “Hatun dağı”nda kurdu. Bu civarda Tanrı dağı isminde bir dağ güney tarafında da küçük dağ şeklinde ve Kutlu Dağ adını taşıyan başka bir kaya vardı. Hulin’e Çin sefirleri bakıcılarıyla birlikte geldiler. Onlar kendi aralarında dediler ki: Hulin’in saadeti bu kayaya bağlıdır; bu hükümeti zayıflatmak için onu mahvetmeli mi? Bunun üzerine Tegin’i bularak Çinlilerle akdettiği bu izdivacın karşılığı olmak üzere o kaya parçasının kendilerine verilmesini istediler. Tegin razı oldu. Lâkin kayanın büyüklüğü yerinden kımıldatılmasına mâni oluyordu. Kayanın etrafını odunlarla doldurup ateşe verdiler, kayayı iyice kızdırdıktan sonra üzerine keskin sirke dökerek parçaladılar. Sonra o parçaları arabalara koyarak Çin’e götürdüler. Bu büyük bir hadise oldu: Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar, ağaçlar ve kayalar rüzgar ve dereler kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Tegin öldü. Ondan sonra bu memleket felaketten kurtulmadı. Halk, asla rahat yüzü görmedi. Irmaklar, göller kurudu, toprak mahsul vermez oldu. “Yulun Tegin” den sonra hükümdarlardan bir çoğu süratle öldüler. Bunun üzerine hükümdarlar payıtahtlarını Hoço’ya nakletmeye mecbur oldular ve hâkimiyetlerini oradan Beş-Balığ’a kadar genişlettiler.
UYGUR ATALARININ KURTTAN TÜREYİŞLERİ
Büyük Hun Hakanlarından birinin iki kızı vardı. Kızların ikisi de birbirinden güzeldi. Öyle güzeldi ki Hunlar, bu iki kızın da ancak ilâhlarla evlenebileceğine inanıyor ve bu kızların insanlar için yaratılmadığını söylüyorlardı.
Hakan da aynı şekilde düşündüğü için kızlarını insanlardan uzak tutmanın çarelerini aradı. Ülkesinin en kuzey ucunda, insan ayağı az basan veya insan ayağı hiç görmeyen bir yerinde, çok yüksek bir kale yaptırdı. Kızların ikisini de bu kaleye kapattı. Ondan sonra aklınca inandığı tanrısına yalvarmaya gelip kızlarıyla evlenmesi için yakarmaya başladı. Öyle bir yalvarıyor ve öyle yakarışlarla tanrısını çağırıyordu ki, nihayet bir gün, Hakanın kendi aklınca inandığı tanrısı dayanamadı ve bir Bozkurt şekline girip geldi. Hun Hakanın kızlarıyla evlendi.
Bu evlenmeden birçok çocuklar doğdu. Bunlara Dokuz Oğuz-On Uygur denildi ve çocukların hepsinin de sesi Bozkurt sesine benzedi. Yine bu çocuklar, birer Bozkurt ruhu taşıyarak çoğaldılar.
KAHRAMANLAR
Kutsal Ağaç: Tola ve Selenga ırmaklarının arasında, kışın bile yaprağını dökmeyen, meyvesinin tadı ve şekli çam fıstığına benzeyen iki ağaçtır. Kutsal bir ışığın gökten inmesiyle gövdesi tıpkı gebe bir kadının karnı gibi şişmiş, dokuz ay ve on gün sonra bu şişkinlik çatlamış ve ağaçtan tıpkı dünyadaki gibi beş çocuk doğmuştur.
Çuçu: Dokuz ay, on gün içinde Tuğla ve Selenga ırmaklarının arasında, Hulin dağının eteklerinde toplanan insanlardan birisidir. Gönlü zengin, yüreği keskin ve gözleri engin yarınların güneşleriyle ışıklanmış kendisinden emin bir ozandır.
Işık Tigin: Çocukların en büyüğü, en irisi ve daha gösterişlisiydi. Simsiyah zeytinleri andıran gözleri vardı. Ortası dolgun ve uçları kara ve iki yandan çekikti. Alnı genişti ve saçları ışıklı karaydı. Işıktan doğup, ışıkla beslenmiştir ve bu yüzden Işık Tigin adı verilmiştir.
Asena: Gözleri tutuşmuş yanar elâydı, iki uçtan çekikti, buğday benizliydi. Kaşları çatık ve geniş alnının üstünde karaya çalan saçları başlıyordu.
Börte-Çine Tigin: Sesi, hareketleri, yüzü, gözü, Asena’dan farksızdı. Işıkla doğarken ak saçlı, ak sakallı ihtiyar adını koydu.
Kaya Tigin: Işık Tigin’in aynıydı. Yanyana gelince kolay ayırt edilemezdi. Yalnız bakışları Işık Tigin’den daha yiğitti.
Bögü Han: Diğer kardeşlerine benzese de daha heybetliydi. Hulin dağını bir yumrukta parçalayabilirdi. Tuğla ve Selenganın akışını ters çevirebilirdi. Işıklı bir buğu içindeydi.
Ak saçlı, ak sakallı deli ozan, onun ileride mutlu bir geleceğin kaderini elinde tutacak; içinde bulunduğu ışıklı buğuyu zamana gelince milletin üstüne huzur ve sükun içerisinde gerecek biri olacağını o doğduğu an sezmiştir.
Yulıg Tigin: Bögü Han’ın soyundan olup, o ölünce yerine Hakan olmuştur.
Kiü Lien: Güzelliği dillere destan ve bütün Çin elinde Çin güzelleri arasında, sarı bir Çin güneşi gibi ışıl ışıl çevresine ışık saçan, yürüdükçe salım salım salınan bir güzellikteki bir Çin Prensesiydi.
Salur Han: Yulıg Tigin’in yiğit, şahbaz ve tuvâna oğludur. Kiü Lien adlı Çin Prensesini görür görmez o sarı güneşin sarı ışıklarına vurulmuştu.
Uygurlardaki Tigin sözü de başlangıçta Göktürklerde olduğu gibi “prens” veya “şehzade” anlamında kullanılmıştır.
Fakat Uygurlar Orhun boylarındaki eski yurtlarından göçerek Turfan’daki Uygur hükümdarlarının ünvanları da tigin ile sonlanmaya başladı ve tigin bir nevî hükümdarlık ünvanı oldu…
MOTİFLER
Ağaç: Bu efsanede ağaca kişilik verilmiş ve ağaç doğurtulmuştur. Aslında burada ağacın doğurma olayı bahis konusu değildir. Çocuklar tanrı tarafından gönderilmiştir ve ağaç yalnızca onları dünyaya iletme görevi görmüştür. Uygurlar eski Türk Şamanizminin bu inanışlarını daha romantikleştirmiş ve ağacın doğurması gibi bir olayın hikayesini düzmüşlerdir.
Türklerde nehirlerin kavuştukları yerler, kutsal idiler. Tıpkı Oğuz destanında olduğu gibi burada da “nehirlerin arasında kutsal bir adacık” görülmektedir. “Kayın ağacı”, Türklerin kutsal bir ağacı idi. Tanrı, kendi haberlerini kayın ağacı yoluyla gönderirdi. Bu ağaç aynı zamanda bütün insanlığın atası olan bir “Kadın Ana”yı da içinde saklardı. Bu ağaç tıpkı islâmiyetteki “Tuba” ağacı gibi gökyüzünde ve cennette bulunuyordu.
Gökten Işık İnmesi: Kayın ağacının üzerine gökten bir ışık inerek gebe kalması, gökten bir ışığın inmesi sonucu dağların kabarması görülmektedir. Bu daha ziyade Bögü Kagan zamanında yani M.S. 763’te kabul edilen Mani diniyle ilgili bir motif olsa gerektir.
Bir çok Çin İmparatorlarının anneleri de gökten böyle ışık inmesi yoluyla gebe kalmışlardır.
Kutsal Kadın: Bögü Han’ın kutsal hatunu ile Ak-Dağ’da konaklaması önemli bir motiftir. Bögü Han’ın Hatunu Tanrı tarafından gönderilmiştir. Han ile kızın başka bir yerde değil de, böyle kutsal bir dağda buluşmuş olmaları da önemli bir efsâne motifidir.
Göktürk efsanesindeki gibi bir evlenme ve izdivaç yoktur. Bögü Han’a yeryüzünün hâkimi olabileceğini müjdeleyen de, yine Tanrı tarafından gönderilmiş olan bu kızdır. Bu kızın tavsiyesi üzerine askerlerini toplayarak savaşa giden Bögü Han yeryüzünü zapteder.
Beyazlar Giymiş İhtiyar-Ak Saçlı Ak Sakallı İhtiyar:
Ak saçlı, ak sakallı deli ozan Bögü Han doğduğunda, onun ileride milletin başına geçip, onları idare edecek bir kudrete sahip olduğunu bilmiştir. Ayrıca Bögü Han’ın rüyasına beyaz elbiseli bir ihtiyar girmiştir. Bu ihtiyar fıstık şeklinde bir yeşim taşı göstererek (semavî nurdan husule gelen kaya olmalı) <> demiştir.
Bögü Han’ın Kuş Dili Bilmesi: Bögü Han’ın kargalarla konuşması Ortaasya ve Anadolu masallarının bir özelliğidir.
Ya da Taşı: Bögü Han’ın rüyasına giren beyazlar giymiş ihtiyar, ona tılsımlı bir taş vermiştir. Kendisinde sihirli bir kuvvetin varlığı farzedilen bu taş Kut dağıdır.
Bozkurt: Hun Hakan’ın kızının Bozkurt şekline giren tanrıyla evlenmesi ve bir çok çocuklar dünyaya getirerek çoğalmaları önemli bir motiftir. Çocukların hepsinin sesi Bozkurt sesine benzemiş ve çocuklar birer Bozkurt ruhu taşıyarak çoğalmışlardır…
DEĞERLENDİRME
Uygur Türeyiş Destanı, Göktürklerin Bozkurt Destanı ile çok yakın benzerlikler taşımaktadır. Bu ilk okuyuşta anlaşılacak kadar açıktır. Hemen bütün Türk destanlarının birinci derecedeki unsuru olan kurt motifi Türeyiş Destanı’nda ilahileştirilmiş ve bir neslin başlangıcı ve devamı bu ilahi motife bağlanmıştır. Bozkurt destanındaki Bozkurt, dişi; buradaki ise hem erkek hem Tanrı’dır. Buna göre Bozkurt Göktürklerde “ana”, Uygurlarda “baba”dır. Göktürklerde olduğu gibi Uygurlarda da kurt gibi haykırarak şarkı söylediklerini görmekteyiz.
Bu destanda Dokuz Oğuz-On Uygurların Hun Türklerinin soyundan geldiğini gösteren izler varır.
Bögü Han’ın akınlarının bir bakıma Oğuz Han’ın seferleriyle benzerlikler gösterdiğine şahit oluyoruz. Örneğin Oğuz Han kuzey batıdaki karanlık ülkelere doğru gittikçe, başları köpek başına benzeyen it-Barak kavmine rastlar. Oğuz destanının ifadesine göre artık bundan sonra insanoğlunun yaşadığı sınırlar bitiyor ve acayip mahlukların ülkeleri başlıyordu. Bögü Han’da akınlar yaparak o kadar ilerilere gitmiştir ki, artık elleri ve ayakları hayvanlarınkine benzeyen insan türlerine rastlamıştır. Uygurların bu efsaneyi yazarken ellerinde Oğuz Kağan destanına benzer bir destanın varlığına kanaat getirmekteyiz. Oğuz destanında olduğu gibi bu destanda da küçük bir adacık ortasında bulunan bir ağaç kovuğundan insanların türemesi de bunu destekler mahiyettedir.
Eski Türk mitolojisindeki “ana ailesi” izleri Göktürk çağında yerini gelişmiş “baba ailesi” düzenine bırakmıştır. Bu efsanede annenin bir insanoğlu olması ana ailesinin izlerindendir. Ayrıca ana ailesinin özelliklerinden biri mirasın ve önemin küçük çocuğa verilmesi olarak sayılıyordu. Bu Uygur efsanesinde de kurt ile evlenen ve Uygurların soylarını meydana getiren ata, Kağan’ın küçük kızıdır…
KAYNAKLAR
1) Alâaddin Melik Atâ Cüveynî, Tarih-i Cihan Güşa I, Çev: Doç. Dr. Mürsel Öztürk, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.2) Büyük Türk Klâsikleri, Ötüken-Söğüt, I. Cilt, 1985, İstanbul.3) Çınar, Ali Abbas, Türk Dünyası Halk Kültürü Üzerine Araştırma ve İncelemeler, Muğla Üniversitesi Matbaası, 2. Baskı, 1997, Muğla.4) Demirel, Doç. Dr. Hamide, Türk Destanlarında Güzellik, Destan, Masal ve DinUnsurları ile Yabancı Destanlarda Türk Kahramanları, Ötüken, 1985, İstanbul.5) Gökalp, Ziya, Türk Medeniyeti Tarihi “İslamiyetten Evvel Türk Medeniyeti”, I.Kitap, Hzl: Fikret Şahoğlu, Türk Kültürü Yayınları, 1. Baskı, İstanbul.6) İzgi, Doç. Dr. Özkan, “Kutluk Bilge Kül Kagan, Bögü Kagan ve Uygurlar”, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1986, Ankara.7) Karalioğlu, Seyit Kemal, Türk Edebiyatı Tarihi, II. Baskı, 1. Cilt, İnkılâp Aka,1980, İstanbul.8) Köprülü, Ord. Prof. M. Fuad, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Neşriyat, İstanbul.9) Ögel, Bahaeddin, Türk Mitolojisi 1, M.E.B. Yayınları, 1997, İstanbul.10) Ögel, Prof. Dr. Bahaeddin, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2.Baskı, 1993, Ankara.11) Sepetçioğlu, M. Necati, Türk Destanları, Toker Yayınları, 2. Baskı, 1976, İstanbul12) Sepetçioğlu, M. Necati, Yaradılış ve Türeyiş, Milli Eğitim Basımevi, 1. Baskı,1969, İstanbul,13) Türk Dünyası El Kitabı, III. Cilt, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1992,Ankara.14) Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yayınları, II. Cilt, 1997, İstanbul.15) Yücel, Hasan Âli, Türk Edebiyatına Toplu Bir Bakış, Remzi Kütüphanesi, 1932,(1. Kitap )

1 yorum: