22 Eylül 2010 Çarşamba

Türeyiş Destanı


Türklere göre cennette, "Kutsal ağaç" ile bu ağacın kökünde bir "Ana-Tanrı" vardı. Efsanede bazı dış tesirler vardır. Fakat ana motifler, en eski Türk mitolojisinin özelliklerini taşırlar. Türklerde nehirlerin kavuştukları yerler, kutsal idiler. Tıpkı Oğuz destanında olduğu gibi burada da, "nehirlerin arasında kutsal bir adacık" görülmektedir. "Kayın ağacı", Türklerin kutsal ağaçlarından biri idi. Tanrı, kendi haberlerini, kayın ağacı yolu ile gönderirdi. Bu ağaç aynı zamanda, bütün insanlığın atası olan, bir "Kadın-Ana" yı da içinde saklardı. Dede Korkut kitabında da, şöyle deniyordu: "Başun ala bakar olsam, başsuz ağaç! Dibün ala bakar olsam, dipsüz ağaç!"

1. GÖKTEN İNEN IŞIKLA KAYIN AĞACININ BEŞ ÇOCUK DOĞURMASI

Uygurlar, 300 senelik bir süre içinde, Göktürklerin hakimiyeti altında kaldıktan sonra. M.S. 744 de büyük bir imparatorluk kurmağı başarmışlardı. Uygur boylarının birçokları daha önceleri, Çin sınırlarında gezmişler ve ticaret hayatı ile meşgul olmuşlardı. Bu sebeple, büyük dinleri öğrenmişler ve yabancı kültürlere, oldukça ısınmışlardı. M.S. 763 senesinden sonra Uygurların, Mani dinini, resmi din olarak aldıklarını görüyoruz. Mani adlı bir Hıristiyan papazının temsil ettiği bu din, kök itibarı ile, Suriye'den geliyordu. Hıristiyanlık ile Museviliğin bir nevi karışımından doğmuştu. Suriye'den kovulan Mani, İran'a gelmiş ve orada birçok mürit edinerek, ölmüştü. Bu mezhep, Mani'nin ölümünden sonra, İran'da epey süre yaşamış ve eski İran dinlerinden de, birçok unsurlar almıştı. Ortaasya'da ve Çin'de gezen Mani rahipleri, Uygurların Büyük Kağanı Böğü-Kağan'ı ziyerat etmişler ve bu yolla, Türkler arasına Mani dinini sokmağı da başarmışlardı: "Bu sebeple Uygur çağındaki mitolojilerde, özellikle Önasya tesirlerini görmek mümkündür". Uygurların da kendilerine göre, bir türeyiş efsaneleri vardır. Fakat Uygur türeyiş efsanesi, dış tesirler ne kadar kuvvetli olursa olsunlar, yine de eski Türk özelliklerini muhafaza edebiliyorlardı. Bu efsanenin metin ve açıklamaları "Türk mitolojisi" adlı eserimizde geniş olarak belirtilmiştir.


UYGURLARIN TÜREYİŞLERİ

Tola ile Selenga, birlesir dökülürmüs,
Sularin kavsaginda, bir ada görülürmüs.

Adanin ortasinda, bir tepe göge ermis,
Tepenin tam üstünde, bir de kayin gögermis.
Gün olmus zaman olmus, bir isik peyda olmus,
Isik gökten inince, kayin da nurla dolmus,
Ne zaman ki, gün batar, isik gökten inermis,
Kayindan sesler çikar, herkes müzik dinlermis.
Bunu duyan Uygurlar, hep birden sasirmislar,
Bu durumu görenler, aklini kaçirmislar.
On ay on gece kayin, isik ile sarilmis,
Bir gün tam safakleyin, kayin birden yarilmis.
Bes güzel çocuk çikmis, kayinin ortasindan,
Gözleri kamastirmis, bakmislar arkasindan.
Gün olmus zaman olmus, hepsi kocaman olmus,
Küçükleri "Bögü-Han", Uygurlara Han olmus.


Türklere göre cennette, "Kutsal ağaç" ile bu ağacın kökünde bir "Ana-Tanrı" vardı. Efsanede bazı dış tesirler vardır. Fakat ana motifler, en eski Türk mitolojisinin özelliklerini taşırlar. Türklerde nehirlerin kavuştukları yerler, kutsal idiler. Tıpkı Oğuz destanında olduğu gibi burada da, "nehirlerin arasında kutsal bir adacık" görülmektedir. "Kayın ağacı", Türklerin kutsal ağaçlarından biri idi. Tanrı, kendi haberlerini, kayın ağacı yolu ile gönderirdi. Bu ağaç aynı zamanda, bütün insanlığın atası olan, bir "Kadın-Ana" yı da içinde saklardı. Dede Korkut kitabında da, şöyle deniyordu: "Başun ala bakar olsam, başsuz ağaç! Dibün ala bakar olsam, dipsüz ağaç!"

2. KUTSAL AGAÇLAR VE "ANA-TANRI"

Eski Türklere göre, agacin yalniz gövdesi ve yapraklar degil; kökleri de önemli idi. Çünkü "Dede Korkut" kitabinda da dendigi gibi, onun kökleri dipsiz, yani, yer alti âleminin en derin noktalarina kadar gidiyor ve oralardan da haber getiriyordu. Gerçi Türklerin bu kutsal agaci ile, Önasya mitolojisindeki "Tuba agaci" arasinda, bir ilgi de yok degildi. Ama, aralarindaki fark, çok büyüktü. Sibirya'da yasayan Yakut Türklerinin efsanelerinde, böyle bir agaç için, söyle deniyordu:

Gitmis sormus agaca, benim anam, kim diye!

Elbet bir atam vardir, benim babam, kim diye!

Agaç da dile gelmis, soyunu sayip dökmüs,
Er-Sogotoh adli er, saygi ile diz çökmüs.
Gök tanrisi Er-Toyon, onun babasi imis,
Karisi Kübey Hatun, onun anasi imis.


Türk mitolojisindeki bu ağaç da, tıpkı İsl'miyetteki "Tuba ağacı" gibi, gökyüzünde ve cennette bulunuyordu. Fakat Türklerin bu ağacının, bir de sahibi vardı. Yakut efsanesi, ağacın bu sahibini de şöyle anlatıyordu:

Bu kutsal agacin da, var idi bir sahibi,

Bir disi Tanri idi saçlari da kar gibi!

Kendisi ihtiyardi, gögsü de ap alaca!
Görenler sanir idi, bir keklik gibi kirca!
Memeleri büyüktü, asagiya sarkardi!
Uzaktan bakan kimse, iki tulum sanardi!
Aslinda ise agaç, normal boydan küçüktü!
Ana Tanri gelince, ona göre büyürdü!
Büyürken sesler çikar, gürültüyle esnerdi,
Bu sesler yavas yavas, gittikçe genislerdi.


Sibirya'nın en kuzeylerinde yaşayan ve yüzyıllar boyunca, hiçbir yabancı görmeyen Yakut Türklerinin bu efsanesinde de, ağacın sesler çıkardığı ve içinde de, bir "Ana-Tanrı" nını bulunduğu, açık olarak görülmektedir. Bazı Türk efsanelerine göre ise, bu "Ana-Tanrı" zaman zaman ağaçtan çıkıyor ve göklerde geziniyordu. Bazı efsanelerde ise, bu Ana-Tanrı, denizin diplerinde yaşardı. Altay Türkleri bu Ana-Tanrı'ya "Ak-Ana" adını veriyorlardı. O'da bir yaratıcı idi. Yeri, göğü ve insanları yaratan Tanrı Ülgen'e, yaratma gücüne de o vermişti.

"Türk mitolojisindeki Ana-Tanrı, kutsal kayınlar" ve buna benzer daha birçok motifler, çok geniş olarak üzerinde durulması gereken konulardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder